Sosyal Medya

Güncel

Yaşar Değirmenci: Bu kadar da Osmanlı’dan habersiz olunmaz, çarpıtmak olmaz ki

Yeni Akit yazarı Yaşar Değirmenci Muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nun Osmanlı hakkında sarf ettiği ağır ithamlara köşesinde cevap verdi.



Alçakça Osmanlı’ya saldıran muhalefetin başındaki adamı görünce biraz insanlıktan nasibi varsa belki ‘tevbe istiÄŸfarına vesile olur’ mülahazasıyla Osmanlı Devleti ile ilgili notlarımı paylaÅŸma ihtiyacını hissettim. YaÅŸadığı, her türlü nimetinden istifade ettiÄŸi ülkesini, ÅŸehirlerini kendisine emanet eden ecdadına ‘zalim’ diyen, o ecdadın liderleri padiÅŸahlarına hakaret eden nanköre, ‘millet/ümmet’ gibi kavramları da öğretmek, bu zavallıyı öğrenciliÄŸe kabul etmek lazım. Kalbi ve kulakları mühürlü, gözünde kalın bir perde bulunan hilkat garibesini Allah’a havale ediyorum.
 
Devlet ve Osmanlı düşmanlığını görünce bu düşmanlığı yapanların bu millete, bu ümmete düşman, kendi deÄŸerleriyle irtibatını koparmış ‘hilkat garibeleri’ ile aynı ülkede yaÅŸamanın zorluÄŸunu bir kere daha idrak ediyorsunuz. İçimizdeki ve dışımızdaki devlet/millet ve ümmet düşmanlarının, dış düşmanlarla müttefikliÄŸi bizleri de son derece üzüyor. Hidayetleri için dua etmeyi de unutmuyoruz. Kalpler mühürlü olunca, iradelerini olumlu yönde kullanmayınca, dalaleti hidayete tercih edince, ÅŸeytanın uÅŸaklarına yapılacak bir ÅŸey yok. Mücahede ve mücadeleden baÅŸka… 
 
Hayran olup kapıkulu olduÄŸun, talimat beklediÄŸin Batı, senin hiçbir zaman Batılı olamayacağını bilir. O’nun gayesi “seni sen olmaktan çıkarıp kendisine tâbi kılmak”tan ibarettir. Bir kere Batı seni ‘Müslüman’ olarak görür. Nasıl olursan ol; her durumda bakışı böyledir. O’nu yaÅŸasan da, yaÅŸamasan da öylesin. Batı’nın gözünde hep öyle kalacaksın. Müslümansın, “Dünün Osmanlısı”sın. Çok çaÄŸdaÅŸ hale de gelsen yılbaşılarını çam fidanlarıyla da kutlasan, ÅŸampanya patlatarak da noktalasan, pornonun, rüşvetin, faizin, çıkarcılığın fırıldağını da üflesen; “ben o eski ben deÄŸilim!” diye de bağırsan; Batı’nın gözünde DoÄŸu’lusun, Müslümansın, dünün Osmanlı’sısın, “Ne hale getirdim onları!” diye kıs-kıs gülse de, seni kendinden saymaz. Sen kendin olmaktan çıksan da, Batı bunu baÅŸarmış bulunsa da.
 
Hepimiz Ay-Yıldızlı bayrağın altında aynı milletin çocukları olarak Ä°stiklal Marşı’nı gururla söylemiyor muyuz? Zorla morla deÄŸil efendim, gönülle, ruhla. Bu kadar da Osmanlı’dan habersiz olunmaz, çarpıtmak olmaz ki. Ä°nsanları birleÅŸtiren, “inanç-duygu-düşünce” müşterekliÄŸidir. Ve bunu saÄŸlayan vasıtalar güzeldir. Ä°nsanları ayıran; “inanç-düşünce-duygu” uçurumlarıdır. Ve buraya götüren vasıtalar çirkindir. Bu milletin hakikatini çarpıtmaya çalışanın kendisi çarpılır. Çarpılıyorlar da zaten. 
 
Osmanlı asırlarının Rumeli’sinden Balkanlar’ından, OrtadoÄŸu’sundan birer sosyal kesit almak mümkün olsa da, kameraya yansıtıp inceleyebilsek!
 
Osmanlı’da Ä°nsan ve Devlet
 
Osmanlı’da devlet ve insan ile ilgili notlarıma bakarken, nasipsiz insanların hallerine bizleri düşürmeyen Rabbimize hamdü senalar ediyorum.
 
Osmanlı; insanını, ibadullah (Allah’ın kulları) olarak görüyordu. Küffara karşı ÅŸiddetli, celalli; kendi arasında ÅŸefkatli ve merhametliydi. Aklı selim, kalbi selim, zevki selim sahibiydi. “Hikmet müminin yitiÄŸidir. Nerede bulursa alsın” düsturunca, dışardan gelen faydalı hususlara açıktı. Cemiyetin menfaatini, ÅŸahsi menfaatinden üstün tutuyordu. Dün ineÄŸi komÅŸusunun çayırında, “Ä°zinsiz otlattı” diye, akÅŸam saÄŸdığı sütü komÅŸusuna gönderen, alacaklısı bulunduÄŸu kimsenin ev veya aÄŸacının gölgesi altında gölgelenmeyi fâiz sayan, izinsiz girdiÄŸi baÄŸdan kopardığı üzüm salkımının parasını üzüm dalına asan insan bizim insanımızdı. Nalsız beygire yük vurana, hayvana zulmettiÄŸini hatırlatan, buzağılı ineÄŸi sonuna kadar saÄŸmayı yasaklayarak, buzağıya yeterli süt payı bırakma mecburiyeti getiren de bizim insanımızdı. Saksıdaki çiçekleri dahi konuÅŸturuyorduk. Mesela camın önüne konmuÅŸ saksıda sarı bir çiçek varsa, bunun manası “Ey yolcu! Bu evde hasta var. Yüksek sesle konuÅŸup onu rahatsız etmeyiniz. Åžayet saksıda kırmızı çiçek varsa “Ey yolcu; bu evde gelinlik kızımız var. Kullandığın kelimelere dikkat et. AÄŸzından galiz bir kelime çıkmasın mesajı yüklüydü. Hayatımızı ancak devletle sürdüreceÄŸimize inanıyorduk. Tarih de inancımızı doÄŸruluyordu. Yüzyıllarca devletsiz yaÅŸayan, hatta hiç devlet kuramamış milletler hayatlarını devam ettirirken; bizde ise nerede devletimiz sükût etmiÅŸ ise, bir müddet sonra milletimiz de yok olmuÅŸtu. Bu sebeple, “Allah devlete millete zeval vermesin” cümlesini dualarımıza kattık. Osmanlı Devletinin sosyal, kültürel, siyasî, hukukî yapısında sünnîlik ve Türklük omurgayı teÅŸkil eder. Tezahür planındaki farklılık yine buna dayanır. Alpereniyle, derviÅŸleriyle, dergahları, tekkeleriyle, tebliÄŸ ve irÅŸad halkalarıyla, geniÅŸ bir coÄŸrafyayı, Rumeli’yi ve diyarı mânevî ve millî hamurla yoÄŸurarak uÄŸrunda seve seve ölünen vatan toprağı yaptık. Bu topraklar üzerinde kurulan devlet idaresini; istidatlı, liyakatli, dirayetli, adaletli, cesaretli kadrolar teÅŸkil etmiÅŸti. Adam yetiÅŸtirmeyi, adam istihdam etmeyi çok iyi biliyorduk. Nitekim 16. yüzyıla bakınca, her ÅŸeyimizle büyüktük. Devlet BaÅŸkanımız Kanunî Sultan Süleyman BaÅŸbakanımız, Sokullu Mehmet PaÅŸa Amiralimiz, Barbaros Hayrettin Mimarımız, Kocasinan Şâirimiz, Bâki, Fuzulî âlimimiz, Zenbilli Ali Efendi idi. Åžimdiyle kıyaslamayınız, kafalarınız daha fazla karışmasın.
 
Osmanlı’da Devlet ve Mekan Anlayışı
 
Millet olarak; gökyüzü çadırımız, güneÅŸ bayrağımız diyorduk. Yüzyıllarca haçlılarla boÄŸuÅŸmuÅŸtuk. Dinimize göre kurulan devletimiz, aynı zamanda dinimizin de koruyucusuydu. Devleti basit bir düzen gibi deÄŸil, Nizam-ı Âlem ideali gibi görüyorduk. Kılıcımızı Hak’kın ateÅŸinde çelikliyor, Hakk’ın emrinde sallıyorduk. Davamız artık kuru bir cihangirlik davası deÄŸil; ÃŽlâyı Kelimetullah Davası’ydı. Dinimiz kıyamete kadar baki kalacağından, devletimize de devlet-i ebed-müddet diyorduk. Devlet baÅŸkanlarımız valilere gönderdiÄŸi tebliÄŸlerde, “Teb’amıza iyi muamele ediniz. Onlar, ya din kardeÅŸiniz, yahut da, yaradılışta eÅŸinizdir” diyorlardı. Tahtlarının arkasına da, bütün mazlumların koruyucusu hâmisi, dostu manasına “Veliyyü külli mazlûmîn” ibaresini bulunduruyorlardı. Mekana gelince; Osmanlı’da dünyadan ahirete bakan bir mekan anlayışı vardı. Ä°manı-ameli ihlası maddeye yansımış, o muhteÅŸem mekanların içinde maÄŸrur deÄŸil; mütevazi idi. Mekânı ahirete açılan bir pencere gibi görüyor, eserden müessire gitmenin yolu öğretiliyordu adeta... Ä°nsana ferahlık, aydınlık, sükûnet, huzur, saadet veren, yaÅŸadığını hatırlatan bir mekan anlayışıydı bu. Kışın üşütmeyen, yazın terletmeyen, yormayan, hırpalamayan, dinlendiren apaydınlık bir yapıydı. Ä°nsanını sefertası gibi apartmanlarda oturtmuyor, cam kavanoz gibi nefes almakta zorlanan, toprakla alakasını kesmiÅŸ mekanlarda yaÅŸatmıyordu. Bütün bunlar, tarihimizde kalmış güzellikler veya nostaljiler olarak deÄŸerlendirilmemelidir. Paranın, menfaatin, riyanın, dünyanın ve onun nimetlerinin kıskacında boÄŸuÅŸan insanımıza, teknolojinin getirdiÄŸi konfor ve rehavet gafletindeki insanımıza nasıl ışık tutarız, nasıl “huzur nefesi” aldırırız? 
 
Hırs ve ihtiraslarının esiri olmuÅŸ insanımıza Ä°slâm’ın nefesini, soluÄŸunu nasıl üfleriz? SoluÄŸu ve nefesi kesilmeye çalışılan insanımıza… Meselemiz bu!

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.